“Bir İyilik, Bin Umut: Küçük Dokunuşların Büyük Etkisi”

Bir sabah, işe giderken caddede bir çocuğun düşürdüğü kalemi fark ettiniz mi? O kalemi yerden kaldırıp çocuğa uzattığınızda yüzünde beliren o minik gülümseme, belki de o günün en güzel anı oldu. İyilik böyle bir şeydir; bazen bir tebessüm, bazen bir el uzatma, bazen de sadece dinlemek… Küçük gibi görünen bu dokunuşlar, bir dalga gibi yayılır ve umulmadık yerlerde umut yeşertir.
Geçen hafta bir lisede düzenlenen “İyilik Zinciri” projesine tanık oldum. Öğrenciler, bir hafta boyunca her gün bir iyilik yapmayı taahhüt ettiler. Kimi arkadaşına notlarını paylaştı, kimi sokakta bir kediye su verdi, kimi ise yaşlı bir komşusuna market alışverişinde yardım etti. Hafta sonunda, sınıfta toplanıp deneyimlerini paylaştıklarında, her birinin gözlerinde aynı ışıltıyı gördüm: İyilik, sadece alan için değil, yapan için de bir hediye.
Peki, neden iyilik yaparız? Belki de içimizdeki o saf, insanî dürtü, bir başkasını mutlu ettiğimizde bizi de tamamlar. Bilim bile bunu doğruluyor; yardım ettiğimizde beynimiz mutluluk hormonları salgılıyor. Ama asıl mesele, iyiliğin bulaşıcı olması. Birinin yüzünü güldürdüğünüzde, o kişi de bir başkasına el uzatıyor. Böylece, bir iyilik bin umuda dönüşüyor.
Okullarda bu zinciri başlatmak çok kolay. Bir “İyilik Panosu” kurun; öğrenciler her gün yaptıkları bir iyiliği not etsin. Göreceksiniz, bir ay içinde o pano umut dolu hikâyelerle dolacak. Hayat, zaten yeterince karmaşık. Ama bir kalemi yerden kaldırmak, bir kap su bırakmak ya da bir “nasılsın” demek, bu karmaşada bir ışık yakabilir.
Ve aslında iyilik, insanı insan yapan en temel duygudur. Ne diploması vardır ne maaşı, ne alkış bekler ne afiş. Ama yürekten yapılırsa, kalpten kalbe bir köprü olur. Bir öğrencinin çantasına gizlice bırakılan bir kitap ayracı, üzerinde “Sen değerlisin” yazıyorsa; o öğrenci, belki de kendini ilk kez o gün gerçekten “değerli” hisseder. İşte iyilik, görünmeyeni görünür kılmaktır.
Bazen bir otobüs durağında başlar bu zincir. Yorulmuş bir yaşlıya yer vermek, yalnızca bir jest değil, aynı zamanda “ben buradayım, seni görüyorum” demektir. Hele ki günümüzün hızla geçen, birbirini fark etmeyen kalabalıklarında bu, bir mucizedir.
Geçen gün bir genç, sokakta ayakkabısı yırtılmış bir çocuğa eski ama temiz bir spor ayakkabı bıraktı. Ne adını söyledi, ne teşekkür bekledi. “Ben de bir zamanlar yokluk gördüm,” deyip uzaklaştı. İşte bu; iyiliğin şovla değil, samimiyetle yapıldığını hatırlatan bir tabloydu.
Toplum olarak da iyiliği teşvik edebiliriz. Belediyelerin, okulların ya da sivil toplum kuruluşlarının “Gönüllü İyilik Günleri” düzenlemesi, sadece yardım dağıtmak değil; insan olmanın yeniden hatırlanması anlamına gelir. Bir çocuğun gözlerinden akan mutluluğu, bir annenin şükürle bakan yüzünü görmek, iyiliğin gerçek karşılığıdır.
İyilik, büyük sözlere ihtiyaç duymaz. Sessizce yapılır ama gürül gürül yankılanır. Ve gün gelir, o küçük iyilik; bir kalbi onarır, bir gönlü yeşertir, bir hayatı değiştirir.
Belki de sormamız gereken soru şudur: “Bugün kime iyi geldim?”
Cevabı küçük gibi görünse de, bir yerlerde birinin hayatında büyük izler bırakıyor olabiliriz.
Çünkü her iyilik, insanlık adına bir umuttur.